İstanbul’dan kalkışımızdan 27 saat sonra sonunda Şangay uçağına binebildik. Oysa toplam 8 saatte burda olmayı planlıyorduk. Urumçi üstünde uzunca bir süre döndükten sonra sis nedeniyle inememiş, en yakın havaalanına 1,5 saat geri uçmuş ‘Kashi’ dedikleri şehre şehre inmiştik sanırım son yakıtımızla. Şangay’a Yolculuk devam ediyor;
Kashi dedikleri şehir yani Kaşgar, Sincan Özerk Bölgesinin bir şehri. Çin‘e bağlı bir şekilde. Yine geçende adını ‘işkence gören Türk Kardeşlerimiz ‘başlığıyla çokça duyurmuştu. yüzde doksan Uygur Türkü varmış burada da. Tunç Çağından beri yerleşim varmış bu kadim topraklarda. Hatta hafızanızı zorlarsanız orta okul edebiyat dersinden hatırladığınız Kaşgarlı Mahmut ‘un ve Kutadgu Bilig‘in yazarı Yusuf Has Hacip‘in türbesi de burada imiş. Kaşgar’ın anlamı yine Uygur Türk dilinde ‘yeşim Taşı’ demekmiş.
Tabi ki bu bilgileri sonradan Wikipedia ‘dan öğrendim. Çünkü taa oraya kadar gittik ama 3 saat askeri havaalanında uçakta mahsur bekledikten sonra geri Urumçi‘ye uçtuk. Yoğun sis altında zorla da olsa inebildik. Saat gece yarısına yaklaşmış hala aktarma Şangay uçağımıza binebileceğimiz ümidini saklamıştık. Aaa o da ne? Elbette sis butün uçuşların iptaline sebep olmuştu. Uçakta tanıştığımız birkaç Türk’ten biri olan Merve’yi bulmamış olsak ne yapardık bilmiyorum.
Kimse İngilizce tek bir kelime konuşmuyor, tek bir bilgi vermiyor, biz şaşkın ve yorgun ortalıkta bakınıyorduk. Merve Pekin Üniversitesinde Çin Dili Edebiyatı okumuş, miniminnacık çıtı pıtı bir sevgi pıtırcığı. Patronuyla birlikte fuar için Çin‘e gidecekken bizim ekip ve bir başka baba-kız fuarzedenin rehberi oluverdi bir anda. Merve önde biz arkada, gişeleri kuyrukları dolaşıp yeterince şamata yaptıktan sonra bitkin bir halde öğrendik ki o gece hiç bir uçak kalkmıyor Urumçi‘den. Hatta yarın Şangay‘a giden tek uçak ta dolu. Öbür güne kısmet filan dediklerinde hep bir ağızdan çıldırınca yarın 10 uçağına gelin, bakarız birşeyler deyip bizi bir gurup Çinli asker ve Çin Köylüsü amcayla birlikte bir minübüsle oranın Aksaray’ı olduğunu tahmin ettiğim bir otele gönderdiler.
Hayat ne garip. Bir gün evvel sıcak yatağında uyurken ertesi gün bir minübüs içinde yanında Çinli amcalar, askerler ve hatta tavuklarla birlikte( evet minübüste tavuk ta vardı) Urumçi şehrinin derinliklerine kucak kucağa ilerleyebiliyorsun. ve üstelik içinden ‘ohh çok şükür’ diye geçirmiş olmana kendin bile şaşarak:)
Otele indiğimizde orada gece yarısını çoktan geçmiş, ama biz tüm saat ve gün kavramlarını yitirmiş, aç, yorgun, biraz tırsmış 8 Türk odanın kirine pasına aldırmadan bizim odada muhteşem bir Türk sofrası başındaydık. Allahtan herkes Çin’de özlerim diye yanına birşeyler almış. Masada su böreğinden Doğu Kardeniz çayına herşey vardı. Ertesi sabah 10 uçağında ilk sırayı kapmak için saat 6’da buluşmak üzere ayrıldığımızda saat zaten 2 olmuştu. Yarın akşam geceyi nerede geçireceğimizden artık hiç birimiz emin değildik garip bir şekilde.
Sabah sanırım Şangay uçağına ilk chek-in’i biz yaptırdık. Artık Çin topraklarında olmamıza ramen çok uzun ve ayrıntılı aramlar yaptılar uçağa binerken. Uçağa biner binmez sızmışız hepimiz. Şangay’a Yolculuk son yıllarda duyduğum en güzel Uygurca anons ile uyana kadar:
‘Hörmetli haanımlar, efendiler! aeroplaanımız yeere kondi!’
© Copyright 2021. Tüm hakları saklıdır.
Sabiha gökçen hava limanı ulaşım yazinız sayesinde sitenizi buldum.Aksilikliklere rağmen eglenceli bir anlatımdı.Diğer yazılarınızı da keyifle okuyacağımı umuyorum.
Beğeninize çok sevindim. Hayat bazen aksilikleriyle bile çok güzel olabiliyor. Sevgiler?